
Foto: Courtesy of the Estate of Semiha Berksoy
Für die deutsche Version hier klicken
Batı Avrupa'da sahne almış ilk Türk opera sanatçısının Berlin Akademi Operası’nda oynadığını biliyor muydunuz?
Hem de tam savaşın çıktığı yıl: 1939’da…
Halka açık bir temsilde… Richard Strauss’un Ariadne auf Naxos eserinde… Ariadne karakteriyle başrolde...
Semiha Berksoy’un Berlin’e geliş öyküsünü kendisinden dinlemiştim. Şahane öyküdür. Beş yıl öncesinden anlatayım:
1934 yılıydı.
Henüz 10 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti, İran Şahı Rıza Pehlevi’yi ağırlamaya hazırlanıyordu. Cumhurbaşkanı Atatürk, hem Türk-İran dostluğunu vurgulayacak, hem de »doğulu« konuğuna Türkiye’nin Batılılaştığını gösterecek bir etkinlik peşindeydi. Aklına opera geldi. Sofya’da özenerek izlediği ve »Bizim de bu düzeye ulaşmamız şart« dediği opera... Hemen bir opera yapılmasını emretti. Bu, Türkiye’nin ilk operası olacaktı. Konuyu İranlı şair Firdevsi’nin Şehname’sindeki Feridun efsanesinden esinlenerek kendisi buldu.
Elde ne libretto vardı, ne kadro, ne orkestra, ne de uygun bina… Ve ziyarete sadece bir ay vardı. O bir ayda »Özsoy« operasının nasıl yapıldığı, geçenlerde bir filme konu oldu. (Bir Cumhuriyet Şarkısı)
Opera için ilan edilen seferberlikte göreve çağrılanlardan biri de Semiha Berksoy’du. Henüz 23 yaşındaydı. On parmağında on marifet vardı: Heykel, seramik, resim, tiyatro, müzik… İstanbul Konservatuarı’nda şan dersleri almış, Tiyatro Mektebi’nin ilk kız mezunu olmuş, ilk sahneye çıkışında Tolstoy’un Yaşayan Kadavra’sında oynamış, 1931’de ilk sesli Türk filminin çekimi için Paris’e gitmişti. Sevdalısı olduğu büyük Türk ozanı Nâzım Hikmet’in senaryosunu yazdığı film ve operetlerde oynarken gelmişti Özsoy teklifi… Hemen İstanbul’dan Ankara’ya koşup provalara başlamıştı.
1934 baharında, Atatürk provaları izledi; beğendi; gece de oyuncuları Saray'ına davet etti. Semiha Berksoy, otel odasında uykudayken aldığı davet üzerine yaşadıklarını bana şöyle anlatmıştı:
»23 yaşındaydım henüz; toydum, çok da güzeldim. Kapıda Saray görevlilerini görünce korktum. ›Ben gelmesem olmaz mı‹ dedim. İsmen çağrılmışız meğer; ›olmaz‹ dediler. Hemen teyzemden aldığım gri elbiseyi giydim, belime parlak kırmızı kuşak taktım. Phönix gibi yeniden doğdum. Gece yarısı otomobille Çankaya Köşkü’ne çıktık. İçeri girdiğimizde Atatürk, bilardo oynuyordu. Yanımıza geldi. Bize masa hazırlatmış, buyur etti. İçki sordular. ›İçmem‹ dedim. Atatürk bana döndü: ›Bize şarkı söyler misiniz‹ dedi. ›İsterseniz Madam Butterfly’dan İtalyanca bir arya söyleyeyim‹ dedim. Çok sevindi. Hemen emretti, bir ses alma makinesi getirildi. Piyanonun yanında, teybin başında durdum. Atatürk de yanımda durup ellerini kavuşturdu. Başladım aryayı söylemeye... Beğensin diye yüklendim; çın çın öttü salon... Arya bitince Atatürk, ›Okay... okay...‹ diye bağırdı. Meğer ›okay‹, yeni Türkçe bir terimmiş. ›Okun aya isabeti‹ demekmiş. ›Tam isabet‹ yani... Sonra büfeye geçtik. ›Sesiniz çok güzel, Avrupa’ya gidin‹ dedi bana...«
© Courtesy der Nachlass Semiha Berksoy & GALERIST, Istanbul / Nationalgalerie – Staatliche Museen zu Berlin, Foto: Jacopo LaForgia
Semiha’nın Almanya macerası böyle başladı. Müzik Yüksek Akademisi (Hochschule für Musik) Opera bölümü bursunu kazandı ve Berlin'e gitti. 1936-1939 yılları arasındaki öğrenciliği sırasında Türkiye, ABD, İtalyan sefaretlerinde ve Berlin radyosunda konserler verdi.
Ariadne auf Naxos başrolü bundan sonra geldi. Eser, Berlin’de Strauss’un 75. doğum günü kutlamaları çerçevesinde sahnelendi. Artık Semiha, »inatçı ruhlu, güçlü soprano« diye tanımlanıyordu.
Ancak II. Dünya Savaşı’nın patlayınca Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı. O dönem ünlü Alman tiyatro ve opera yönetmeni Carl Ebert, Ankara’da Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Konservatuarı’nın kurulması çabalarına destek veriyordu. Bir süre onunla çalıştı.
Türkiye’de kariyerinde tırmanırken Berlin’le de bağını kesmedi.
1969’da Haus am Lützowplatz’ta bir solo sergi açmıştı Semiha Berksoy; o sergiden tam 56 yıl sonra bugünlerde yeniden Berlin’de…
Arada geçen süreye, buraya sığdıramayacağım zenginlikte bir sanat kariyeri sığdırdı. Üççeyrek asırda, hem resimde, hem operada ün yaptı. En son 1999'da New York Lincoln Center'da Robert Wilson'ın The Days Before: Death, Destruction and Detroit III operasında, Wagner’in Aşk Ölümü aryasını seslendirdi. Son kez sahneye çıktığında 89 yaşındaydı. 2004’te, 94 yaşında İstanbul’da öldü.
Şimdi dünyanın önde gelen müzelerinden Hamburger Bahnhof– Nationalgalerie der Gegenwart, Berksoy'un Almanya'daki ilk geniş kapsamlı retrospektifine ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü müzenin direktörleri Sam Bardaouil ve Till Fellrath'ın üstlendiği »retrospektif, sanatçının 1930'lardan itibaren görsel sanatlar ve sahne sanatları dünyasında çığır açan kariyerini bütüncül bir bakış açısıyla sunuyor.«
Sergilenen 100'e yakın eserini görmenin yanı sıra onunla ilgili arşiv belgelerini okuyor, film kliplerini izliyor, ses kayıtlarını dinliyorsunuz. Sanatçının opera performansları ile resimleri arasındaki bağlantıların izini sürebiliyorsunuz. Ben, size de tavsiye edeceğim sergiyi gezerken, 1930’lardan günümüze uzanan olağanüstü bir kariyerin içinden geçtim adeta… Her tablosunun önünde, onun içinden taşan »rengarenk şarkı«sını duydum. Onunla tanışmış, ilk Türk operasının doğuşunu ondan dinlemiş olmanın gururunu hissettim.
»Okay« diye fısıldadım içimden; »Okay Semiha Berksoy!..«
Credits:
© Courtesy of the Estate of Semiha Berksoy and GALERIST
© Courtesy der Nachlass Semiha Berksoy & GALERIST, Istanbul / Nationalgalerie – Staatliche Museen zu Berlin, Foto: Jacopo LaForgia